İstanbul’da bisikletle işe gitmek
İstanbul’da bisikletle işe gitmek mi?
Yazının başlığı neden İstanbul’da bisikletle işe gitmek? Çünkü bu şehir ülkenin en kaotik şehri. Burada zor olduğu düşünülen bir eylem yapılabiliyorsa, diğer bütün şehirlerde de rahatlıkla yapılabilir. Evet düşününce biraz zor gibi duruyor. O çılgın atan trafik kaosu, atarlı sürücü bozuntuları, İstanbul’un karmaşasında imkansız gibi değil mi? Hele ki bisikletle ilgili maziniz yoksa namümkün. Maziden kastım bisikletle ilgili en ufak bir bağlantınız bile olmaması. Şöyle açıklayayım isterseniz; çocukken dahi bisikletiniz olmamıştır, bisiklet üzerinde denge kurmayı bile arkadaşınızın bisikletinde öğrenmişsinizdir. Ya da hani olur ya belediyenin yeni yeni kurduğu bisiklet istasyonları vardır, kiralarsınız bir kaç saat sürüp bırakırsınız. Ha işte o tecrübe bile yoksa, yani bisiklet konusunda zır cahilseniz ve aklınıza bisikletle işe gidip gelmek veya bisiklet sporuna başlamak geldiyse doğru yerde olabilirsiniz. Bisikletle konusunda aşmış, uzman ya da artık prof noktasına gelmiş arkadaşlar da yazıyı okumaya devam edebilir tabi. Bir aceminin gözünden bisiklete aşık olmak ilginizi çekebilir sonuçta.
Gelelim asıl konumuza,
Bisikletle işe gitmek nereden aklıma geldi?
Doğru ya bisiklet konusunda en ufak bir bilginiz bile yok, durduk yere aklınıza gelmemiştir herhalde. Peki benim aklıma nereden geldi bu konu?
Çok kilo almıştım a dostlar. Öyle böyle değil. Ne denli kilo aldığımı farkedememiştim. Etraftan gelen “sen baya kilo aldın” sözleri de mübalağa gibi geliyordu. –İki gram göbeğim çıktı diye hemen obez muamelesi yapıyorlar deyip geçiyordum. Öte yandan sürekli nefes problemleri yaşamaya başladım. Sol tarafımda sürekli bir ağrı ve batma da cabası. En sonunda dayanayıp tartılayım dedim, bir de ne görsem iyi! En son tartıldığımda 90 kg civarındayken şimdi 104 kg olmuşum. Aman Tanrım didim.. Kesin bozuk bu tartı…
Başka tartılar denedim sonuç en fazla bir kaç yüz gramlık değişim. Bir insan nasıl kendine bu kadar yabancı kalır, nasıl olur 14 kg alır da fark edemez. Bu nasıl sorumsuzluktur deyip spor salonuna yazıldım. Zaten kış mevsimiydi, akşam ya da hafta sonlarını değerlendirebileceğim bir zaman da değildi sonuçta. Nitekim “Gelir bahar ayları, gevşer gönül yayları” demişler.
Bahar gelip, havalar ısınmaya başlayınca güneşin güzelliğini spor salonunda heba etmek istemedim. Durup düşünmeye başladım, spor salonunda ne yapıyorum? E sadece koşubandı ve bisiklet arada ağırlıklar vesaire olsa da amacım cardio. Sonra bir ampül yandı kafamda, arkadaş sen zaten işe toplu taşımayla giden adamsın. Üstelik giderken iki aktarma, gelirken iki aktarma yapıyorsun.
Toplu taşıma ve spor salonu maliyetli ama bisikletle işe gitmek bedava!
Günlük 4 araca biniyorum, 3 liradan olsa günlük 12 lira yol masrafım var. Aylık masraf 300 liradan fazla. Spor salonu da (2019 başlarında) 145 lira ödüyorum. 300+145+spor salonu ıvır zıvır masrafları derken = 450 lira aylık giderim var. Üstelik 15 dakikalık yolu 1,5 saatte ancak gidiyorum. Yeri geliyor trafik oluyor gidiş geliş saatleri de uzuyor. Eve 4 saatte ancak gidebildiğim zamanları bilirim. Havalar da düzeldi artık, kardiyo yaparken Netflix izlemektense işe gidip gelirken manzarayı izlerim ne güzel dedim. Tamam tamam istanbul’da inşaattan başka manzara yok ama trafikte insanların birbirini yemesini izlemek de acayip keyifli 😀 Ha bu arada bisikletle kilo verilir mi diyenler varsa onla ilgili de BİSİKLETLE KİLO VERMEK isimli bir tecrübe yazısı yazmayı planlıyorum.
İyi de hangi bisikleti almalıyım?
Bisiklet alma fikri aklımı iyiden iyiye kurcalamaya başladı. Bisiklet almayı kafaya koydum ama ne tür bir bisiklet almalıydım? Öyle ya, çeşit çeşit bisiklet var. Katlanır bisikleti var, şehir bisikleti var, dağ bisikleti var, benzinlisi, ceyeranlısı, yarış bisikleti pehhh…. Bu bisiklet türlerinden hangisi benim tarzıma uygundu? Bisiklet türü seçmekle ilgili hatırı sayılır araştırma ve karşılaştırma yapınca hibrit bisiklette karar kıldım. Hibrit deyince aklınıza benzin destekli ya da elektrik destekli bisiklet gelmesin sakın. Hibrit bisiklet dedikleri olay, iki farklı bisiklet türünün belirli özelliklerini alıp, yeni bir bisiklet türü oluşturmak. Yani kırma bir bisiklet, dağ bisikleti ile şehir bisikleti veya yarış bisikleti ile şehir bisikleti kırması gibi. Hadi neyse bir ara sizin için HANGİ BİSİKLET TÜRÜNÜ seçmeliyim diye bir yazıya da yazayım belki faydası dokunur.
Ha bu arada çok önemli bir ayrıntı eklemek istiyorum.
İlk aldığım bisiklet ikinci el bir Salcano City Fun 60 modeli şehir (hibrit) bisikletiydi. Denizci bir astsubaydan aldığım bu bisiklet ömrünün neredeyse yüzde 90’lık kısmını denizlerde geçirmiş. Yediği tuzlu su ve bol güneş karşısında rengi solmuş, aktarıcı ve zincirleri neredeyse pas içindeydi. Bir kaç bakımdan sonra ancak kendine gelebildi garibim. Neden bunu anlatıyorum, bir hevesle gidip binlerce lira vererek sıfır bisiklet almayın diye. Çünkü bu yazıyı okuyan kişilerin bir çoğunun, giriş kısmında da belirtiğim üzere belki de hayatı boyunca bisikleti olmamıştır. Çok kişi var bir hevesle binlerce lira verip, bir iki tur attıktan sonra bir kenara atıyor bisikletlerini.
Mümkünse ikinci el bisikletle başlayın.
Letgo gibi sitelerde ufak bir arama yaparak ne demek istediğimi daha iyi anlayabilirsiniz. 5000 TL’ye aldığı bisikleti sadece 100 – 150 km kullandıktan sonra 3000-TL’ye satan onlarca insan var. Sakın bu hataya düşmeyin. Benim bisiklet için verdiğim 600 lira sadece yol parasıyla kendini 2 ayda amorti etti. Spor salonuna verdiğim parayı saymıyorum bile. İkinci el ve ucuz bir bisiklet alma sebeplerimden bir diğeri de bünyemin bisiklete hazır olup olmadığıyla ilgiliydi.
Bisiklet tamamen sizin enerjinizle hareket eden bir araç. Aldığım kilolar yüzünden de o enerjiden eser yoktu bende. Şimdi binlerce lira verip hevesle bisiklet alsam, küt diye bir sağlık sorunuyla karşılaşsam elimde patlayacaktı o bisiklet, yalan mı? Ya da çalınsa ne yapardım? Bisiklet almadan önce onu nasıl muhafaza edeceğimi düşünüp durdum. AVM’ye girmek istesem nereye koyacaktım o bisikleti, onu bile bilmiyorum sen düşün gerisini. Bazı şeyler zamanla tecrübe edilir. Bu tecrübeleri yaşarken de binlerce lira verdiğin kadar gözün arkada kalmaz 600 lira verdiğin bisiklette. Ehhh ne uzattın arkadaş bisikletle işe nasıl gidiyorsun sadede gel artık diyorsan haklısın konuyu ne dağıttım yahu haha. Ama detaylara girmeyince de olmuyor. Tamam kızmayın başlıyoruz.
Ve işte artık işe bisikletle gidiyoruz.
Bisikletimizi de seçtik, buraya kadar her şey iyi hoş ama, motorlu taşıtların bile bin bir riskle ulaşım sağladığı İstanbul trafiğinde peki ben nasıl bisiklet süreceğim? Yaya olarak dahi yürümeye çekindiğimiz, karşıdan karşıya geçerken bile korktuğumuz yollarda bisiklet sürmeye çalışmak kolay iş değil. En azından dışarıdan bakınca görünen bu. Sen düzgün yolunda gitmeye çalışsan da densizin biri çıkıp seni altına alabilir. Pöff düşünmesi bile korkunç. Ama inanın bana bu korku bisiklete binip trafiğe karışana kadar sürüyor. En sağ şeride geçip pedallamaya başlayınca korku yerini anlatılmaz bir heyecana bırakıyor.
Gerçi bisikleti ilk aldığım zaman ilk bir hafta yağmur nedeniyle binememiştim. Nereye koyacağımı da bilmediğim için odamda saklıyordum. Ne günlerdi be haha. Nihayet yağmur kesildi, yolların da kuru olduğu bir sabah atladım bisikletime. Sitenin kapısına gelene kadar her şey harikaydı. İşte o kapıdan çıkar çıkmaz işler sarpa sardı. Her tarafta araçlar. Bisiklet selesinin ayarından bihaberim. Hangi vitesin nerelerde kullanılacağı hakkında fikrim yok. Çapraza düşmek nedir inanın bilmiyorum. İşin acı tarafı bunlar şaka değil tamamıyla gerçek. ilk gün yokuşu üçüncü viteste çıkmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Bereket yokuş çok dik sayılmazdı. Bir de erken uyandım vites mevzusuna. Yoksa bir ay ağrırdı o bacaklar. Ana yola çıkınca işin rengi daha da değişti.
Her taraf araba arkadaş,
bırakmıyorlar ki gidelim. Ha bir de şöyle bir durum var. Bisikletle işe giderken kullandığım rota toplu taşımayla işe giderken kullandığım aynı rota. Bu da büyük hatalardan birisi. Fakat ben bu hatayı bir hafta gibi bir sürede fark ettim. Bisiklet kullanırken kendinize uygun rota oluşturmanız lazım. Oluşturacağınız rota önemli. Araçların ne sıklıkla geçtiği, yokuş ve eğim olup olmadığı önemli detaylar. Mesela Minibüse binmek için çıktığım ana caddeye giden yol yokuşlu bir yol. Yürürken sorun yok, ama bisikletle direk o yokuştan çıkmak mantıklı değil. Yani çıkarsınız ama boşuna efor sarf edip yorulursunuz. Enerjinizi harcamaya gerek yok. O yokuşu dimdik çıkmaktansa yokuşta ki ilk sokağa kadar tırmanış yapıp sağa dönüyorum. Sokağın sonuna gelince tekrar yokuş tarafını tırmanıyorum, sonra tekrar sağ tarafta ki sokağa giriyorum. Bir nevi Z çizerek ilerliyorum.
Ana caddeye çıkınca işler daha kolay. Çünkü ana cadde dümdüz bir yol. Cadde bitince de kendimi yokuş aşağı salıyorum. O anda rüzgarı yüzünde hissedince hemen uykun açılıveriyor. Bisikletin bence en güzel yanı yokuşu inerken hissedilenler. Fakat yokuşu inerken hem amatörlük hem de heyecanla bir elim arka frende. Sadece arka fren kullanmanın büyük bir hata olduğunu YEŞİLAY BİSİKLET TURUNA giderken öğrendim. Bununla ilgili de bir yazı hazırlamak istiyorum. Sakın sadece arka fren kullanmayın diyerek devam edelim.
Bisikletle yolun sağından giderken dikkatli olun.
Hem sürekli arka fren kısıyorum hem de yolun en sağından gidiyorum. Yolun sağından gitmekle ilgili sorun yok, sorun olan sağ tarafla bitişik gitmek. Ulan biraz boşluk bırakır insan. Neyse ki sağ tarafta park halinde olan bir aracın aniden yola çıkmasıyla güzel bir tecrübe kazandım. Yolun en sağından usul usul giderken park halinde duran bir araç aniden yola çıkınca arka frene asıldım. Bisiklet arkayı savura savura zor durdu. Bereket yavaş gidiyordum. Araç yola çıkınca ben de devam ettim. Henüz 15 metre bile gitmemiştim ki yine sağ tarafta duran bir araç ansızın kapısını açtı. Filmlerde ki sahneyi yaşayacaktım az kalsın. Erken fark edip durabildim. Haaa dedim ondan sonra. Demek ki en sağdan da gitmeyeceksin. En az 1,5 – 2 metre boşluk bırakıyorum sağ tarafla. İlk gün tali yoldan ana yola çıkan bir iki araçla papaz olmak dışında başka da bir olay gerçekleşmedi.
İş yerine yaklaşınca dolmuşların kullandığı ve bildiğim güzergah olan hafif eğimli yokuşu tırmandım. Halbuki arka caddede çok da kullanılmayan dümdüz bir yol vardı. Hem boştu hem de düzdü. Yokuş tırmanarak gideceğim güzergahla arasında belki bir kaç dakikalık farkı vardı. Neredeyse bir hafta bu yokuşu tırmanarak iş yerine gittim. Kendi rotamı oluşturunca düz olan yoldan gitmeye başladım. Dediğim gibi bisikletle işe gidip gelirken mutlaka kendinize rota oluşturun. Araçla giderken kullandığınız rotalar yerine daha önce hiç kullanmadığınız rotalar daha sağlıklı olabiliyor. Hem bu sayede şimdi ki rotamı oluşturana kadar kendi semtimde bilmediğim o kadar çok güzergah keşfettim ki anlatamam.
Bisikletle işe giderken terleme sorunu
Nihayet iş yerine vardım. Kan ter içindeyim. Bisikletle işe gelmek güzel de her zaman böyle terleyecek miyim. Yedek kıyafet mi taşıyacağım yanımda? Bu ciddi bir sorun. Hemen bisiklet formaları araştırmaya başladım. Günlük kıyafetlerimi sırt çantama alır, formamla işe gelir sonra da kıyafetlerimi değiştirim diye düşündüm. Ama sadece formayla olmaz ki, duş almak da gerekli.
İlk zamanlar çok fazla kondisyonlu olmadığınız için bisiklet sizi ciddi bir şekilde yorabilir. Kondisyonsuz olmak da sizi çok fazla terletebilir. E benim bisiklete başlama hikayemin özünde zaten aşırı kilolar var. Ha bisiklete ilk başlayınca terlemek kilolu insanlara has bir durum değil. Fit olan insanlar da gayet terleyecek. Burada ki problem kilolu olmak değil, kondisyonsuz olmak. “Ulan terliyorum acaba kilolu muyum?” tiribine girmeyin hemen.
Bisiklet sürerken terlemeyi nasıl önleyeceğiz?
Bana göre terlemek bir yandan güzel bir şey olsa da diğer yandan rahatsız edici. Bisiklet forması araştırırken baya kararsız kaldım. Aklımda “gerçekten gerekli mi?” ya da “çözüm olur mu?” gibi sorular vardı. Bu tereddütler içinde gel zaman git zaman neredeyse 2 ya da 3 hafta geçti. Tam hatırlayamıyorum ne kadar sürdüğünü. Ama bir gün ofise çıkınca farkettim ki terleme olayı bitmiş. Hem de havalar daha da ısınmışken. Terleme tamamen kesilmiş değil tabi, sadece kafamda biraz terleme var. Ona da lafım yok o kadarcık olsun.
Yani belirli bir süre rutin olarak bisiklet kullanırsanız, kişiye göre değişebilir ama bir zaman sonra terleme de tamamen duracaktır. Yani saçınızın terlemesi dışında tamamen duracak. O da tuzu biberi olsun.
Bisikletle işe gitmek bu kadar kolay işte.
Evet bisikletle ilk işe gitmeye çalıştığım zamanlar edindiğim tecrübeleri paylaştım. Eğer sıkılıp üşenmeden yazıyı buraya kadar okuduysan teşekkür ederim. Sana özel bonus olarak da işe giderken çektiğim bir de video bırakıyorum aşağıya. Belki yazıda aklıma gelmeyen ya da unuttuğum detaylardan video da bahsetmiş olabilirim. İzlemen de fayda var.
Umarım bisiklet senin için de bir ulaşım aracından çok yaşam tarzı olabilir. 🙂
Video’da kullanılan bisiklet ilk bisikletim olan Salcano City Fun 60, Mayıs ayından Eylül ayına kadar bu bisikleti kullandım. Eylül ayında daha önceden sözleşmiş olduğum arkadaşıma sattıktan sonra Aralık ayına kadar bisiklet kullanmadım. Ta ki 1 Aralık 2019 Pazar günü Kadıköy Moda’dan ikinci el aldığım Carraro Sportive 230’a kadar.
2018 Ekim ayından Nisan sonuna kadar spor salonuna gittim. Ama inanın bisiklet daha faydalı ve eğlenceli bir spor.
162
Leave a reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.